Kendi Kendine Söyleşmek: “Ziyaret” Üzerine Hayalet Söyleşi 

Tevfik Kanoğlu ile Ankara, Tunalı taraflarında, önceden anlaştığımız üzere buluştuk. Söyleşi için kendisi İstanbul’a gelmeyi teklif etse de ben teklifini kibarca reddettim, şu sıralar zaten onun şehrinde bulunacağımı, oraya gelmemin planlı bir şey olmadığını veya bir iş yorgunluğu ifade etmeyeceğini belirttim, neyse ki konu çok uzamadı, bir karara varmış olduk şimdi burada görüşmekle. Karşılaşır karşılaşmaz, ayak üzeri biraz lafladık, bulvar tarafından yürüdük, meclis ek binasının eski taş yapısını merakla seyrettik, trafiğin eskisine kıyasla arttığından yakındık ve neyse ki çabuk yorgun düşüp şu son on iki yılda her yerde mantar gibi türeyen kahvecilerden birine girip oturduk.

Sahi, yaz sıcağını saymazsak buraya yani özellikle kentli nüfusun daha yoğun olduğu bu bölgeye araçtansa yürüyerek gelmek daha mantıklı gibi, daha önce konuştuğumuzda, bu sıkışıklığı İstanbul ile kıyaslandığında ciddiye almamıştım, şimdi anlıyorum ne demek istediğini.

Öyle, evet. Eskiden çok daha fazla yürürdüm. Sadece yürüyerek onlarca kilo verdiğimi bile hatırlıyorum. Ancak o zamanlar dış gürültü ve şehrin yoğunluğu sanki daha azdı ki bu durum, dikkat ettiğim bir şey de değildi. Yine de bugüne kıyasla daha keyifliymiş o zamanlar yürümek diyebilirim. Birkaç senedir hiç huyum değil yürümek, her nereye varacaksam, zamandan tasarruf etmeyi, şehrin zorluğunu daha az teneffüs etmeyi gizli gizli sanki amaç edinmişe benziyorum.

Ancak “Yine de bir bacağım/ Ötekinden bir parça ileri/ Yani/ Hareketteyim, durmam” derken hiç öyle gözükmüyor. Kitaba dönelim istersen. İlk kitabın neden bir şiir kitabı, neden öykü veya roman değil. Düzyazıyı sevdiğini biliyoruz. Ben de senin nadir sayıdaki takıntılı okurlarındanım (Tevfik, bu esnada eliyle ağzını örterek gülüyor).

Evet ilk kitabım Bir İnsanı Ziyaret Etmenin En Güzel Yolu, Anima Yayınları’ndan Kenan Yücel’in editörlüğüyle bu yılın Mart ayında çıktı. Aslında ben bile tahmin edemedim ilk kitabımın bir şiir kitabı olacağını. Yazarlık hevesimi karşılamak için ufak ufak yazmaya başladığım fakat onları dışarıyla hiç paylaşmadığım, notlarımı dışardan sakındığım dönemlerde şiir olsun öykü olsun deneme olsun tiyatro hatta film olsun eser denildiğinde aklıma tek bir şey gelirdi: Yazı. Son beş senedir de deneme ağırlıklı yazılar yayınlattım veya incelemeler. Fakat bir şey oldu, hani çok da ne olduğunu açıklama zahmeti çekmek istemediğiniz türden bir şey. Şiirin müthiş bir direniş, hatta, elbette tek büyük direniş olduğu yönündeki aşırı idealist, bence gerçeği yansıtmadığını düşündüğüm fikir, kalbime musallat oldu. Şiir okuru olmaya zorladım kendimi, şair biyografilerine, hayatlarına daha dikkatle bakar oldum, mısralardan kendime güldesteler yapmak ister oldum. Bunun kesinlikle içinde bulunduğumuz meta merkezli sistemin zihnimi aşırı yüklemeye sürüklemesiyle alakalı olduğunu düşünüyorum. Şairlik, daha doğrusu, ilk kitabı çıkan genç şairlik iddiam yok, ben yalnızca sistemin kurbanıyım diyebilirim.

 

Bir İnsanı Ziyaret Etmenin En Güzel Yolu, Tevfik Kanoğlu, Şiir, Anima, 120 sayfa, Mart 2025,  (Editör: Kenan Yücel) 

Yürümek konusu peki…

Yürümek konusu şöyle… O da bu kapalı devre sistemin dışına çıkmak yönündeki arzuyla alakalı. Kafamdaki direnişin büyüklüğünün, arzuca diğer isteklere çok üstün ve galip gelmesinden kaynaklanmıyor. Para etmeyen, çocukça masum hatta işlevsiz bir şeye sığınmak dürtüsünü çok fazla sahiplenmekten ileri geliyor. Yürümek bu işin esası gibi. Sürekli ulaşmamız lazım, sürekli kıdem kovalamalıyız, dinlenirken bile etrafın gürültüsüne ve kahrına kulak vermeye sabrımız yok -kendimi de bunun dışında tutmuyorum elbette- ancak ulaşacağınız yere, sadece yürüyerek varmaya çalışmak fikri, çok otantik veya başka tabirle, çok antik. Bu işin esası bu anlatabiliyor muyum, bu, tatlı bir heves değil yani, uzun bir yolu bir sorumluluğunuz olmayarak yürüdüğünüzde düşünmeye de başlıyorsunuz zaten kaçınılmaz olarak.

Serde hatta mazide bir flanörlük, hatta flanözlük var diyelim öyleyse. Bu kapalı devre sistem dediğin şey tam olarak nedir, insan neden bunu düşman beller ve onun dışında durmak ister, insan bunu başarabilir mi, şiirleri yazma motivasyonunun temeli bu değindiğin şey miydi yani dışarıda kalmanın otantikliği, gürültüyü istemeyerek de olsa içselleştirebilmek?  

Flanörlükle hiçbir alakam yok bu arada. Çok kötü de bir Baudelaire okuruyum – alınmamı istemez bir edayla suratıma bakıyor- Aracım yok diyebiliriz. Bu yüzden… Kapalı devre sistem dediğim şey, her şeyi yapabilme özgürlüğümüzün olduğunun iddia edildiği ve bu iddianın milyarlara pazarlandığı bu yeni devre liberal sistemdir. Koyu bir devrimci bile etkisel olarak bu sistemin içinde olmadan var olamaz, sistemin içinde barınmanın tersini topyekûn gerçekleştirmek hem çok gurur verici bir hayaldir hem de bir imkânsızlıktır. Bu korkunç meta kültürü haricinde bir şey bilmeyen bir kuşaktanım. Benden sonraki kuşakları özellikle inceliyorum, onlarda bu tür bir eleştirel bilincin eksikliğini fark ediyorum. Onlar daha ziyade serbestiyetin verdiği bir ironiyi; bu aşınma, heder olma, her şeyi kendine hak sayma şımarıklığını mistik bir ironiye çeviriyorlar, faydalarına olacak şeylere dönüştürüyorlar yani olanı biteni, idare ediyorlar. Benim kuşağımda, özellikle bende bu yok. Düşman değilim bu yüzden. Kazanmak niyetiyle girdiğim bir savaş değil bu. Olmasa da olur, napalım. Alışkanlık geliştirmekte şiddetli bir zorluk gerçekleştiriyorum sadece bu devre. Hoş, başka bir devir olsaydı ona da alışacağımı hiç sanmıyorum… Yazma motivasyonumun bir temeli yoktu aslında, çok garip bir aralıkta, birkaç yaz gününde yazdım şiirlerimi ve elbette çok da kısa süreler içinde.

Oysa senin şiirlerinin uzun bir emek süresi varmış gibi görünüyor. Anlatı kıvamında, yer yer okurken zihni başka yerlere götüren bir tarzı var yazdıklarının, zaten kitabın başlıklara ayrılmış; Yalnızlığın Keşfi, Dışarı, Kara Öyküler, İçeri diye dört ayrı kısımdan oluşuyor Bir İnsanı Ziyaret Etmenin En Güzel Yolu. Şiirlerin kısa sürelerde yazılmış olmaları ilgi çekici bu açıdan. Kitabın ismine ve tarzına gelelim, neden bu uzun tarz, son zamanlarda çıkan şiir kitaplarının hacmi belli, genelde altmış sayfa civarı veya onun ya biraz üstünde ya biraz altında oluyorlar. Sen neden bu ortalamanın üstüne çıktın ve ne demek bir insanı ziyaret etmek? Ayrıca yine kitap isminin de uzun olduğu görülüyor.

Şimdi yazsam bu şiirleri belki daha kısa ve bambaşka bir üslupla yazabilirim. İnanır mısınız, şu an şiir yazma kabiliyetimin bu şiirleri yazmamla benden artık alındığını, bir daha asla şiir yazamayacağımı düşünüyorum. Yani fark etmişsinizdir, şiirin geldiğine inananlardanım, düzyazı gibi taslağı tutulur, hesabı yapılır bir şey değil benim için şiir, onu ilk önce hissetmeli ve duyumsadığınızı kayda geçirmelisiniz. Bir duyumsama farkı sadece, eserin hacminin fazla olmasına sebep oldu, özellikle uzun tutmadım. Hastalıklarla, yoğun stresle uğraştığım, kafamın çok karışık olduğu bir dönemde yazıldı yaklaşık iki sene kadar önce. Bir insanı ziyaret etmek ne demek… şu demek, aslında bu kitap, durup düşünecek, bu stresli zamanlarda, bu kıyamet gibi zamanlarda biraz nefes alacak, kafasını tatlı tatlı yoracak tek bir insana yazıldı, demek. İsmin uzunluğuna ben takılmıyorum, hesap ettiğim bir şey değil o, ismin bana gelişini duyumsadım ve kayda geçirdim, hepsi bu.

Eserini keyifle okudum. Ve bence kitabının içeriği, şimdi senden dinlediğimden çok farklı. Ben daha düşünceye kayan bir yorum bekliyordum şiirlerin hakkında senden ancak böyle bir ifaden olmadı henüz. Yanılmış mıyım, Ziyaret -kitabına kısaca böyle diyeceğim izninle- düşünce derdi çeken bir kitap değil mi?

Elbette öyle, yanılmadın. Ziyaret, güncel olanın tersine yüzen, eşyaları, sahafları, mahalle öykülerini, aşkları karıştıran, mezarlara yas duygusuyla giden, büyük Maraş depreminden ve olası büyük İstanbul depreminden hikâyeler çıkaran, içinde çeşitli yerel kahramanları bulunan ve yerel dile; argoya, ağza da yer veren aslında, düzyazıya dökülse tatlı bir novella etkisi bırakabilecek bir anlatı deneyimi sunuyor. Ancak yazılırken bunların zerresini düşünmedim, içimdeki bıkkınlığı akıttım sadece ve bu bıkkınlık kendi kendine söyleşmekten geçen bir şey elbette, iç sesimden ciddi bir parça var bu yüzden orada ve elbette, düşünce şiiri denebilecek bir damarı da keyfi bu türden bir dikkat isteyen şiir okuru pekâlâ bulabilir.

Peki, eserini kayda geçirirken aklında bir şair var mıydı veya şairler var mıydı?

Yoktu. Şiirleri yazmam esnasında aklımda sadece şiirler vardı. Ancak şiirlerimi yazmamdan çok sonra yayıncıya ulaştım çünkü arada, dosyamı toplayana kadar eseri bir ölçtüm tarttım. Gariptir, çok büyük değişimler olmamasına rağmen, o aralıkta, epey bir ölçme tartma işi yaptım, sanki önümde düzyazı varmış gibi. Ancak o sırada aklımda canlanan ve öne çıkan iki isimden bahsedebilirim. Bunlardan ilki Ziyaret’e ismini veren aynı adlı şiirde geçen “Öyle bir yol tutmalı ki ziyaretçi/ Kabrin bile adım seslerine/ Hevesi olmamalı/ Betonlar sağır/ Yapraklar inzivada kalmalı” gibi mısraları yazmamı önceleyen ilhamı bana bahşeden Ahmet Haşim’dir. Onun o çok Baudelairevari, çok sembolist bulduğum duygu ve temsil evreni ağır diyebileceğim bir kitap isminde kabuğuna çekilip bana ulaşmış gibidir. Ve diğer isimse Turgut Uyar’dır. Çok hâkim olmadığım bir şair olmakla beraber onun bir “büyük şiir” hevesi olduğunu şiirleri yazmadan önce de biliyordum. Bütün bir kitabı Tütünler Islak kitabındaki Terziler Geldiler şiirine hikâyelemek, büyüğe yanaşmak, bunun için ses ses uğraşmak bakımından çok yakıştırıyorum.

Ne mutlu. Bir fırsat bu iki güzel şairimizi de anmış bulunduk. Ruhları şad olsun… Ne hissediyorsun Tevfik, bir ilk kitap… Baktığında edebiyat sahnesindesin, somut bir ispat var ortada. Bu sende bir heyecana sebebiyet veriyor mu?

Ruhları şad olsun, evet. Kitap çıkana kadar yayıncımı hiç rahat bırakmadım, bana kalsa kitap hemen şimdi çıkmalıydı, ilk kitabın çıkacak olmasının verdiği heyecana engel olamadım. Ancak kitap çıktığında kitabın çıktığını hissetmedim. Bu elbette benimle alakalı, ne olursa olsun tatmin olmayan, sürekli tatmin edilmesi gereken yeni bir köşe arayan bir tabiatım var. Bu arada vefat etmiş şairler demişken, Cebeci Asri Mezarlığı’nda yatan, hayat ve ölüm üzerine düşündüğümde hemen zihnime tüm vakarıyla ilişen Cahit Sıtkı Tarancı’yı anmamak olmaz. “Ben onu hep/ Otuz beş yaş anladım” mısralarımda da ona, onun zevkine bir alaka tespit edilebilir belki. Kitabım çıktığında kendisini ziyaret edeceğime dair bir sözde bulunmuştum. Ancak yerine getiremedim…

Onu da yadetmeli evet, doğru diyorsun. Son olarak, “Bilirim” şiirinde “Bir ben/ Bir de köylüler/ Eğer varsa/ Kaldıysa” gibi dizelerin var. Bu dizelerin üzerine düşündüğümde artık kentli yaşamdan kaçılacak bir yerin kalmaması türünden bir kaygının paylaşıldığı hissine kapıldım. Doğru mu düşünüyorum? Nereden kaçmak, Türkiye’den mi, Türkiye hakkında ne düşünüyorsun?

Türkiye hakkında ne düşünebilirim? Gerek serbest piyasa gerek devlet merkezli ekonomik sistem bakımından aşırıya kaçan bir ülkeyiz. Karma bir modelimiz var, modernliğimizin kuruluşundan beri böyle ve doğrularımız değil hep eğrilerimizin arttığı hissini veriyor bu düzen bana. Tabii ki kaçmak, mevcut düzenden kaçmak. Hiperenflasyondan, suç dünyasının yozlaştırıcı etkisinden, voli vurma sevdasından ve aşkın küçümsendiği, partal veya fazla antika bulunduğu yozlaşmış bir duygu evreninden kaçmak… Yoksa sırf Türkiye olduğu için değil. Dünyanın başka yerinde olsaydım, başka dertleri kendime mesele edinecektim. Buradayım, bu yüzden böyle. Köylere kaçma romantizmi de artık mümkün değil elbette, zira, şehirler işgal edilmiş, büyüklü küçüklü birer köy artık, uzun zamandan beri. Nereye kaçacaksın, Türkiye’den yine Türkiye’ye kaçabilirsin.

Kaçmak fikrinin özgürleşmek anlamına geldiği, kimsenin kaçmaya mecbur hissetmediği güzel bir ülke için öyleyse. Peki, çok memnun oldum seninle buluşmaktan, şiir ve başka meseleler üzerine konuşmaktan, bana eşlik ettiğin için teşekkür ediyorum. Tarancı demiştin. Öyleyse şimdiki planımızın ne olduğu anlaşıldı. İzninle Cahit Sıtkı’yı ziyarete gidiyoruz.  

(Teşekkür ediyor, gülüyor ve beni onaylıyor, içeceklerimizi şöyle bir toplayıp ağır ağır dükkândan kalkıyoruz.)

Ana Görsel (Yazarın seçimidir, kendisine teşekkür ediyoruz.)

The post Kendi Kendine Söyleşmek: “Ziyaret” Üzerine Hayalet Söyleşi  appeared first on Terrabayt.