Mutluluğun sırrı: Telaşsız merak

İçimizde hep bir kıvılcım var ya hani. Çocukken bu kıvılcım, oyunlarımızla, hayallerimizle ve  basit sevinçlerle beslenirdi. Gökyüzündeki bulutları şekillere çevirir, bir yaprakta saatlerce  kaybolur, rüzgarın sesinde yeni bir dünya keşfederdik. Ama zamanla büyüdükçe, bu kıvılcım  sessizleşti; yerini “yapılması gerekenler” ve “başarmamız gerekenler” aldı. 

Yale Üniversitesi’nden Profesör Craig Wright, “Dehanın Doğası” derslerinde buna dikkat  çeker: Dahiler, yetişkinliklerinde çoğunlukla çocukluklarını yeniden keşfetmeye çalışırlar.  Çünkü gerçek yaratıcılık, kaybolmuş meraktan doğar. 

Maria Montessori de bu noktayı vurgular: Çocuk, doğal merakıyla öğrenir; oyun oynayarak  keşfeder. Yani yaratıcılık ve öğrenme, her zaman dışarıdan öğretilmez; içimizdeki  kıvılcımdan doğar. Montessori’ye göre, biz yetişkinler de bu merakı hatırladığımızda,  dünyaya daha açık ve özgür yaklaşabiliriz. 

Sir Ken Robinson, “Okullar Yaratıcılığı Öldürüyor” konuşmasında, yetişkin dünyasının  yaratıcılığı nasıl baskıladığını anlatır. Çocukken cesurca hata yapabilir, merakla sorular  sorabiliriz. Yetişkin olunca ise sistem, çoğunlukla “doğru yanıtı bul” der; oysa çocuk ruhu,  yanıtı bilmeden sormayı ve hayal etmeyi sever. 

Lev Vygotsky, oyun ve öğrenme üzerine çalışırken, çocukların dünyayı anlamada oyunun rolünü vurgular. Oyun, sadece eğlence değil, bir öğrenme ve keşfetme aracıdır; yetişkinler de  çocuk ruhunu koruduklarında, dünyayı oyun gibi keşfetmeye devam edebilir. 

Joseph Chilton Pearce, “The Biology of Transcendence” adlı eserinde, çocuklukta gelişen hayal gücü ve merakın yetişkinlikteki yaratıcılıkla nasıl bağlantılı olduğunu açıklar. Çocukken  deneyimlediğimiz özgürlük ve merak, yetişkin olduğumuzda fikirlerimizi besleyen bir  tohumdur. 

Pablo Picasso’nun sözlerini hatırlayın: “Gençken Raphael gibi çizebiliyordum, ama bir çocuk  gibi çizebilmek ömrümü aldı.” Bu söz, yetenekten bağımsız bir özgürlükten bahseder. Çocuk  ruhunu korumak, dünyanın en büyük sanat eserini yaratmak kadar değerlidir. 

Çocukken dünyaya saldırmazdık, onu anlamaya çalışırdık. Ölçmez, hükmetmez, sadece  ilgilenirdik. O yüzden dünya bize güzelliklerini sunardı; büyüsü buradaydı. 

Bugün ise, en nazik anlarımızda bile, yapılacaklar listemizle dünyaya saldırıyoruz. Belki de  çocukluğumuzu geri kazanmak için hatırlamamız gereken, çocukken ne olmadığımızdır:  Hesap yapan, ölçüp biçen, kaygılı bir yetişkin değil, sadece merak eden ve oynayan bizdik. 

Ve işte o saf, telaşsız merak, hala içimizde bir yerlerde duruyor; fark etmemizi bekliyor. Belki  de o kıvılcımı hissetmek için bir şeye ihtiyacımız yoktur. Bir gölgeye bakmak, rüzgarın  yüzümüze dokunuşunu hissetmek, sessizce bir hayal kurmak… Hepsi yeterlidir. 

Rainer Maria Rilke’nin dediği gibi: “Çocukluğum geri geldi; eskisi gibi ağır, ama yine de  özgür… ve ben hala oynamak istiyorum.” Çocukken dünyaya saldırmaz, onu anlamaya  çalışırdık. Ölçmez, hükmetmez, sadece ilgilenirdik. Ve işte bu, dünyanın büyüsünü  hissetmenin sırrıdır.

O kıvılcım, bir ürünle, bir başarıyla ya da bir deneyimle gelmez. Sadece bizim sessizce durup  fark ettiğimiz, oynadığımız, hayal kurduğumuz anlarda parlar. 

Kaynaklar: 

  • Yale Courses – Nature of Genius
  • Maria Montessori – The Absorbent Mind
  • Sir Ken Robinson – Do Schools Kill Creativity?
  • Lev Vygotsky – Mind in Society
  • Joseph Chilton Pearce – The Biology of Transcendence
  • Pablo Picasso – Söyleşiler ve Anılar
  • Rainer Maria Rilke – Letters to a Young Poet

İlginizi çekebilir: Mutluluğun bilimi: Meditasyonun gücü

The post Mutluluğun sırrı: Telaşsız merak appeared first on Uplifers.