Annemim geçen gün doğum günüydü… Onunla kutlayabilmeyi çok isterdim. Ama fiziksel bedenini terk edeli 5 sene geçti.
İnsan kaybetmekten en çok korktuğunu kaybettiğinde uzun süre sudan çıkmış balık gibi oluyor.
Ve hep dediğim bir şey var:
“Yaşama asla hazır olamıyorsunuz.”
Çünkü yaşam, hazır olunabilecek bir şey değil — sadece yaşanabilecek bir şey.
Geçenlerde bir yazı okudum. Annen mutlu olabileceği yaşamı yaşasa ama bu yaşamda ama sen olmasam kabul eder miydin diye ?
Dürüst olmak gerekirse, yas sürecimin en yoğun döneminde bu pazarlığı zihnimde defalarca yaptım.
Kafamda öyle hikâyeler yazıyordum ki, anlatamam…
Yas bitmiyor.
Size “bir gün geçer” diyenlere inanmayın.
İçinizde bir yangın yeri gibi kalıyor.
Zamanla o yangının etrafını renklerle çevrelemeyi öğreniyorsunuz — umarım öğrenirsiniz.
Yoksa orası, tüm enerjinizi emen bir kara deliğe dönüşüyor.
Bazen öyle anlamsız yerlerde özlem gözlerimden süzülüyor ki…
Ama yaşamın sizi kapsamasına izin verdikçe, beş dakika sonra gülmeye de başlayabiliyorsunuz.
Çünkü hepsi iç içe.
Elisabeth Kübler-Ross’a göre, ölümle karşı karşıya kaldığımızda ya da yıkıcı bir kayıp yaşadığımızda, hepimiz beş belirgin yas evresinden geçeriz. Aşağıdaki sözleri ilk duyduğumda anlamamıştım ama insan içinden geçerken ne demek olduğunu öyle iyi anlıyor ki değil mi?
Kaybın düşüncesi bile akıl almaz olduğundan, inkara sığınırız; bunun gerçek olamayacağına inanmak isteriz.
Sonra öfkeleniriz — herkese. Hayatta kalanlara öfkeleniriz, kendimize öfkeleniriz.
Ardından pazarlık etmeye başlarız; yalvarırız, yakarırız.
Sahip olduğumuz her şeyi teklif ederiz.
Ruhumuzu bile sunarız — sadece bir gün daha, bir an daha yaşayabilmek için.
Ama pazarlık sonuçsuz kalınca, öfkeyi sürdürmek de çok zorlaşır.
Depresyona, umutsuzluğa düşeriz.
Ta ki sonunda, elimizden gelen her şeyi yaptığımızı kabul edene kadar.
Bırakırız.
Bırakırız ve kabullenmeye geçeriz.
O kabule geçmek için ilk 4 aşamayı geçebilmemiz gerekiyor. Ve evet, o ilk 4 aşama için hızlı çekim yapma şansımız yok. Yanmadan son aşamaya gelemiyoruz.
Benim annem uzun süre kanser tedavisi gördü.
Ve sevdiğin birinin gözünün önünde yavaş yavaş eriyip gidişine tanıklık etmek kadar acı bir şey yok.
Bu acıyı herkes kaldıramıyor, çünkü birini sevmek gerçekten büyük bir cesaret istiyor.
Acı çeken bir insan “Bu da geçer.” cümlesini değil, sadece yanında mevcut olunmasını istiyor.
Ben o iki tarafı da yaşadım; o yüzden ne demek olduğunu çok iyi biliyorum.
Annem aklıma geldiğinde gözlerimden süzülen her damla,
birini sevebilmiş olmanın ve sevecek olmanın cesaretinin izini taşıyor.
Eğer siz de sevdiğiniz birini kaybettiyseniz, size söyleyebileceğim tek şey:
Bu yası yaşayın.
Yaşamazsanız, bir gün kar topu gibi büyüyüp sizi altına alabilir.
Yasınızı taşımayı ne kolaylaştırıyorsa onu yapın.
Hangi kaynağa ihtiyacınız varsa, ona yönelin.
Çünkü o karanlık hep orada duracak.
Ama onun etrafını renklendirecek, karanlığınıza nefes aldıracak olan sizsiniz.
Karanlığı yok etmek değil, onu kapsamak…
Benim yapmaya çalıştığım da bu.
Hepimize kolaylıkla, şefkatle…
İlginizi çekebilir: Hayatın “asla”sı yok
The post Yasın içinde yaşamı hatırlamak appeared first on Uplifers.