‘İçsel çocuk’ tanımı ile ilk ne zaman ve hangi çalışmada karşılaştığımı tam olarak bilmiyorum. Ancak kendi içsel çocuğumla kurduğum ilk temasta, içimde unutulmuş tuhaf bir sızlama hissettiğimi hatırlıyorum. Yıllardır sakladığım, üstünü örttüğüm duygular ve zaman aşımına uğradığını sandığım düşünceler bir anda ortaya çıktı. Yıllardır açılmayan bir sandığı açmak gibiydi: içinde varlığını bildiğim ama çoktan unuttuğum bir çok şey vardı. Bir süre bunlarla ne yapacağımı bilemedim; üzerinden yıllar geçmesine rağmen orada olduklarını görmek beni şaşırttı. Tam olarak ne zaman çocuk halimi unuttuğumu, onu arkada bıraktığımı bilemedim.
Büyümeyi seçtiğimde geçmişin çok uzaklarda kaldığını sanmıştım. Eski yalnızlık, değersizlik ve yetersizlik duygularım benimle olamazdı —ben artık büyümüştüm! Artık kendilerine sığındığım bir sürü arkadaşım vardı; yani ben öyle sanıyordum.
Thich Nhat Hanh, içsel çocuğu “bugün de bizimle yaşayan, geçmişin yaralarını taşıyan çocuk” olarak tanımlar. Nörobilimsel açıdan baktığımızda bu tanım çok anlamlıdır. Çocuklukta öğrendiğimiz inançlar, korkular ve kırgınlıklar beynimizin duygusal hafızasında (limbik sistemde) kayıtlıdır. Bugün yaşadığımız tetiklenmeler sırasında verdiğimiz ani reaksiyonlar aslında yetişkin yanımızdan değil, çocuk egomuzdan gelir. Eleştirilere karşı savunmaya geçmek, değersiz hissetmek, yalnız kalma korkusu… Bunların çoğu o yaralı çocuğun sesiyle ortaya çıkar.
Çalışmalarla derinleştikçe fark ettim ki, büyümek adı altında bu hislerin üzerini yalnızca kapamıştım. Orada, kırılgan ve görülmeyi bekleyen yanım hala zaman içerisinde aynı yerde duruyordu. Belli durumlarla karşılaştığımda aynı duyguların yeniden tetiklendiğini gözlemledim ve o anlarda kendimi yeniden küçük bir çocuk gibi hissediyordum. Yalnız kalmamak, onaylanmak için farkında olmadan stratejiler geliştirmiştim. Otomatik tepkiler vererek, hissettiklerimi yok saymayı seçmiştim. İhtiyaçlarımı fark etmiyor, duygularımı dile getiremiyordum. Belki de kendime yeterince değer vermiyordum. Ama yine de her şey yolundaymış gibi davranıyordum.
Gerçekte, aynı derecede, aynı yere dönmekten korkan yaralı bir çocuktum. Zarar görmemek için çok iyi saklanmış ve iyi bir rol oynamıştım. Herhangi bir çatışmaya girmekten korkuyordum. Eğer kimseyle çatışmazsam, hiç yalnız kalmayacağımı sanıyordum. Yanılmışım.
Yıllardır kendi içimde ördüğüm stratejilerimi ilk fark ettiğimde, yakın ilişkilenme biçimlerimle ve artık işime yaramayan savunmalarla kendimi ne kadar kandırdığımı acı bir şekilde gördüm. Bu, içimde kurduğum kalelerin yıkıldığı, tam anlamıyla bir bitişin gerçekleştiği andı. Bu fark edişi ilk yaşadığımda, duygusal olarak yoğun hislerle karşılaştım. Bir anda ortaya çıkan hüzün, öfke, hayal kırıklığı ve kırgınlığın içinde kaldım. Bir anda ortaya çıkan bu ağır gelen duygularla ilk başta nasıl temas edeceğimi bilemedim.
Çocuk psikolojisinden anlamayan öğretmenler arasında, zorba arkadaş çevresinde ve kendi yaşama tutunma savaşı veren ebeveynlerinin yanında; eleştirilmemek için özgünlüğünü saklayan ve hayatta anlam bulmaya çalışan bir kız çocuğu ile karşılaştığımda, ne yapacağımı bilemiyordum. Onun açısından bakınca her şey gerçekten ne kadar sert ve anlamsız görünüyordu!
Bu duygularla yüzleşmek, içsel yolculuğumda beni içsel çocuğumla buluşmaya davet etti. Psikolojide “reparenting” olarak geçen, kendi kendinin ebeveyni olmak kavramı tam da burada devreye giriyor. İlk kez John K. Pollard’ın Self-Parenting (1987) kitabında sistematik olarak ele alınan bu kavram, Winnicott’un “yeterince iyi ebeveyn” yaklaşımının bir devamı sayılabilir. Reparenting, geçmişte eksik kalmış şefkati ve desteği bugün yetişkin benliğimiz aracılığıyla kendimize vermek demektir. Böylece içsel çocukla bağ kurarken aynı zamanda güvenli bir içsel alan yaratırız.
Nörobilim açısından bakıldığında bu süreç, beynimize bugünden yeni bir yol göstermeye benzer. Çocuklukta limbik sistemimizde kaydolmuş tepkiler —özellikle amigdala ve hipokampusta saklanan korkular, kırgınlıklar ve inançlar— tetiklenmelerle yeniden canlanır. Ancak reparenting çalışmaları sırasında, yetişkin yanımızı temsil eden prefrontal korteks devreye girer. Bu bölge, duyguları düzenleme, perspektif katma ve yeni anlamlar inşa etme kapasitemizdir.
Böylece geçmişte yarım kalmış deneyimlerin üzerine şefkat, güven ve yeni anlamlar koyabiliriz. Nöral düzeyde bu, eski sinaptik yolların tek başına işlememesini, yerine yeni bağlantıların kurulmasını sağlar. Yani reparenting yalnızca psikolojik bir farkındalık değil, aynı zamanda sinir sistemimizi yeniden şekillendiren bir iyileşme sürecidir.
Bütün bunları öğrendiğimde fark ettim ki; hüzün, öfke ve hayal kırıklığı içinde kalsam dahi, içsel çocuğumu kapsayacak tek kişi bendim. Geçmişime dönüp baktığımda, karşıma çıkan her bir çalışmanın bana “Seni görüyorum sevgili çocukluğum. Neler yaşadığını biliyorum ve artık ben buradayım” diyebilme gücü verdiğini anlıyorum. Her seferinde içimde yeni bir şefkat alanı açıldı; içsel çocukla kurduğum ilişkide farklı katmanlar birer birer görünür oldu.
EMDR seanslarında geçmişteki belirli anılarla çalışmaya başladım; bugünkü tetiklenmelerimin köklerini orada buldum. Geçmişte olayları değiştiremeyeceğimi ama onlara yüklediğim anlamı dönüştürebileceğimi deneyimledim.
Gestalt eğitimi ile duyguların içinde kalarak onlarla temas etmeyi öğrendim. Varoluş Süreci kitabında karşıma çıkan “haberciler” sayesinde, geçmişteki olayların tekrarlarının bana ne anlatmak istediğini fark ettim.
Aile dizimlerinde, yas dönemlerimdeki hallerimle yeniden karşılaştım. İçsel çocuk meditasyonlarında, benimle Barbie bebek oynamak isteyen çocuk yanım için alan açtım.
Sesle meditasyonda, o çocuğu saklandığı yerden çıkarmayı başardım. Ve Julia Cameron’un Sanatçının Yolu kitabının 12 haftalık yolculuğu ile, içimdeki yaratıcı çocuğumla yeniden karşılaştım.
Sanatçının Yolu kitabının yazarı Julia Cameron, içsel çocuğu “yaratıcı ve özgür doğamızın kaynağı” olarak tanımlar. Ona göre aslında hepimiz, küçükken yaratıcıydık. Bu yaklaşım, Rick Rubin’in Yaratıcı Eylem: Bir Var Olma Biçimi kitabındaki şu sözlerle de örtüşür: “Yaratıcılık ender rastlanan bir beceri değildir. Ulaşılması zor değildir. Yaratıcılık, insan olmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Ve hepimize mahsustur.”
Çocukken yapabileceklerimiz konusunda sınır tanımazdık; her şeyi deneyebilecek kadar özgürdük. Kıyaslanmak yerine, kendi yarattıklarımıza odaklanırdık.. İleride olacakları düşünmek ya da gelecek kaygısı taşımak yerine anı yaşardık. Yaratma isteğimiz kendiliğinden, içimizden geldiği gibi akardı.
Ancak zamanla, yetişkinlerden gelen eleştiriler karşısında savunmasız kaldık. Diğerlerinin söylediklerine inandıkça içimize kapandık. Sevilmek, onay görmek ve uyum sağlamak adına otantik yanımızı bastırmak zorunda kaldık.
Böylece yaratıcı yanımızla bağımızı kaybettik. Kim olduğumuzu, nelerden hoşlandığımızı, neyi sevdiğimizi unuttuk. Sistem içinde “sorun çıkarmadan dönen parçalar”a dönüştük. Sanatın yalnızca belli bir gruba ait olduğuna inanarak elimizden boya kalemlerini bıraktık, şarkı söylemeyi kestik ve yazıyla kendimizi ifade etmeyi unuttuk. İlk bahanelerimiz “Ben anlamam, yapamam, beceremem” oldu. Peki ilk ne zaman vazgeçtik? Hangi eleştiri kalbimizi yaktı? Kimin sözüyle içimizdeki çocuk küstü?
Julia Cameron’un geliştirdiği bu program, Amerika’da sanatçılarla çalıştığı yıllarda keşfettiği yöntemlerden doğdu. Cameron, yaratıcı tıkanıklık yaşayan yazarlar, oyuncular, ressamlar ve müzisyenlerin aslında kendi içsel çocuklarıyla bağlantılarını kaybettikleri için üretimde zorlandıklarını gözlemledi. Bu nedenle Sanatçının Yolu’nu, yaratıcı blokları çözmek ve kişinin içindeki yaratıcı çocuğu yeniden uyandırmak için bir 12 Haftalık rehber bir çalışma oluşturdu.
Kitabın iki temel aracı vardır:
- Sabah Sayfaları (Morning Pages): Her sabah üç sayfa boyunca akla gelen her şeyi sansürlemeden yazmak. Bu, zihni boşaltır ve bilinçdışındaki düşünceleri görünür hale getirir.
- Sanatçı Buluşmaları (Artist Dates): Haftada bir gün kişinin kendisiyle “yaratıcı bir randevuya” çıkması. Bu, bazen bir sergi gezisi, bazen doğada yürüyüş, bazen de boyalarla oynamak gibi keyif veren bir etkinlik olabilir.
Cameron’a göre bu iki pratik, içimizdeki yaratıcı çocuğa güvenli bir alan açar. Bizim saklanan parçalarımız yeniden görünür olur. Yeniden oyun oynamaya, üretmeye ve hayal etmeye başlar.
Sanatçının Yolu’nun 12 haftalık sürecini her yaptığımda, içimdeki çocukla adım adım temas etmeyi öğrendim. İlk denemelerimde büyük bir dirençle karşılaştım; sadece sabah sayfaları yazarak başladım. Sonra 4. haftaya, ardından 8. haftaya geldim. Kitabın tamamını bitirdiğimde içimde bir kutlama vardı. Her uygulayışımda kendimle ilgili unuttuğum başka bir parça ortaya çıktı.
Bir zamanlar şarkı sözleri uyduran, hikayeler yazan, tiyatroya heveslenen parçalarımla yeniden buluştum. Unutulmuş anılar yeniden anlam buldu; içsel çocuğumu daha çok kapsamayı öğrendim. O iyileştikçe, ben de artık saklanmayı bıraktım.
İçsel çocuğumuzla temas etmek ve onu kapsamak tek bir çalışmayla gerçekleşmiyor. Bu içimize yaptığımız, uzun soluklu bir yolculuk. Bu yolculuğun ilk adımında, içsel çocuğun ihtiyaçlarını duymayı seçiyoruz.. İçimizdeki yaratıcı çocuk, gerçek doğamızın bir yansımasıdır. Yaşadığımız tıkanıklıkları aşmak ise, ince bir dalın ucunda açan çiçek kadar doğal ve mucizevi bir süreç haline geliyor.
Sen de içindeki çocuk ile buluşmak istersen, günlük hayatında yapacağın mini egzersizler:
- Louise Hay – Fotoğraf Egzersizi: Küçük yaşlarına ait bir fotoğrafını bul. Ona bakarken gözlerinin içine sevgiyle bak ve şu cümleleri söyle: “Seni seviyorum. Senin için buradayım. Güvendesin.”
- Thich Nhat Hanh – İçsel Çocuk Meditasyonu: İnternetten kolayca bulabileceğiniz bu meditasyonu uygulayarak, kalbinizdeki çocuğa şefkat gönderebilirsiniz.
- Sabah Sayfaları: Güne başlarken üç sayfa boyunca zihnine gelen her şeyi yaz. Bu pratik, duygularını arındırmana ve içsel çocuğun sesini duymana yardımcı olur.
- Sanatçının Yolu – Yaratıcı Buluşma: Haftada bir kez sadece kendin için yaratıcı bir aktivite yap (resim yapmak, yürüyüşe çıkmak, müzik dinlemek gibi).
Eğer bu çalışmaları derinleştirmek ve rehberli bir yolculukla içsel çocuğunla buluşmak istersen, İzmir’de yeni başladığımız İçsel Çocuk Atölyeleri’ne katılabilirsin. Katılım için buradan kayıt olabilirsin.
Ayrıca, bire bir özel bir “İçindeki Çocuk Seansı” almak istersen, bana üzerinden ulaşarak randevu oluşturabilirsin.
İlginizi çekebilir: Tesadüf diye bir şey var mı?
The post Zamanda yolculuk: İçimizdeki çocukla buluşmak appeared first on Uplifers.